İkinci bir istismar konusu da İmamoğlu’nun Mühendislik Fakültesi’nden İşletme Fakültesi’ne geçtiği yönündeydi. Ama resmi belgelerde de gördüğünüz gibi Sayın İmamoğlu Girne’de İngilizce İşletme okuyordu. Yani mühendislikten işletmeye geçtiği iddiası da doğru değil.
“ÜÇ KEZ GÖRÜŞTÜ İDDİASI”
Gerçekten bu süreçte adına iddialar, böyle denilerek bazı sözde bilgiler kamuoyuyla paylaşıldı. Onlardan biri de bir gazetecinin “İmamoğlu İstanbul Üniversitesi rektörü ile gece yarısı üç kez görüştü” iddiası.
İddia kılıfına saklanarak yazmak yerine İmamoğlu’ndan ya da basın danışmanından bu bilgiyi teyit etmek son derece kolaydı. Her nedense bir telefon açıp bu iddia doğru mu diye sormak yerine birbirini hiç tanımayan iki kişinin gece yarıları buluştuğu iddia edildi. Tüm bu kamuoyunu alenen yanıltmaya dönük yazılarla ve açıklamalarla ilgili de hukuki haklarımızı sonuna kadar kullanacağız. Bir başka spekülasyon ise ÖSYM puanı ile ilgili.
Puanı tutmadığı hâlde İmamoğlu yatay geçiş yaptığı iddiasında bulunanlar var. Belirtmek gerekir ki yatay geçiş başvuru şartları arasında ÖYS puanı ile ilgili bir kriter bulunmamaktadır. O resmi kriterleri az evvel gösterdik. Yatay geçiş için ÖYS puanı şartı aranmaması Sayın İmamoğlu gibi her başvuran için de geçerlidir. Yani bir istismar, bir haksızlık söz konusu değil. Sonuçta bu yönetmeliği hazırlayan da Sayın İmamoğlu değildir. O yüzden puan tartışması abesle iştigaldir.
Buradaki basın mensupları gibi ekranları başından bizi takip eden izleyicilerin en merak ettiği konu ise YÖK tarafından Sayın İmamoğlu ile ilgili bir rapor hazırlanıp hazırlanmadığıdır. İşte YÖK raporu da diğer elimizdeki belgeler de bu mavi klasörün içindedir.
Yani bir rapor vardır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine hazırlanan YÖK raporu öncelikle şunun altını çiziyor: Ekranda da gördüğünüz gibi Ekrem İmamoğlu’nun yatay geçiş yaptığı dönem itibariyle yatay geçişe ilişkin tüm şartları taşıdığını belirtiyor.
Yani YÖK, birilerinin iddia ettiği gibi “Not ortalaması yetmiyor, ÖYS puanı yetmiyor.” demiyor. Tam aksine “Yatay geçiş şartlarını sağlıyor.” diye rapor veriyor. Peki YÖK hazırladığı raporda Sayın İmamoğlu aleyhine hangi veriyi ortaya koyuyor ki bu konuyu istismar edenler devamlı YÖK raporuna atıf yapıyor?
Şu an evrakta gördüğünüz evrak 18 Kasım 1991 tarihli YÖK Yönetim Kurulu kararı. Bu kararda Girne Amerikan Üniversitesi’nin bağlı olduğu ABD’deki üniversitenin YÖK tarafından tanınırken Girne’deki kampüsünün tanınmadığı belirtiliyor. İşte istismar konusu yapılan belge budur ve işin bam teli de tam burada kopuyor. YÖK’ün rapora sunduğu bu belgeye dair yorumumuzu paylaşmadan önce hukukçular olarak altını çizmemiz gereken bir durum var.
“GERİYE YÜRÜMEZLİK İLKESİ”
Bir yatay geçiş işleminin hukuka uygun olup olmadığı geçişin yapıldığı tarihte yürürlükte olan mevzuata göre incelenir. Buna “geriye yürümezlik ilkesi” denir ve evrensel nitelikteki bu ilke, ilkeye aykırı bir değerlendirme yapmak söz konusu olamaz.
Sayın İmamoğlu’nun yatay geçiş müracaatı Ağustos 1990’da. Yani YÖK’ün istismar edilen bu kararından 1,5 yıl öncesinden yapılan bir müracaattır. Sayın İmamoğlu’nun yatay geçiş yaptığı dönemde mevzuatta yatay geçiş için tanıma ve denklik şartı getirilmiş değildir.
Diğer bir ifadeyle o dönemde ne 2547 sayılı YÖK Kanunu’nda ne de Yatay Geçiş Yönetmeliği’nde tanıma ve denkliğe dair bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle söz konusu başvurunun uygunluğu değerlendirilirken tanıma ve denklik açısından bir kriter, şart aranması hukuken mümkün değildir.
“1.5 YIL SONRAKİ KARARI TAHMİN ETMELERİ Mİ BEKLENİYORDU”
Zaten hal böyle olduğu için İstanbul Üniversitesi yatay geçiş ilanında denklik ya da tanınma kriteri bulunmamaktadır. Ekrem İmamoğlu ve İstanbul Üniversitesi’nin Sayın İmamoğlu’nun başvurusundan 1,5 yıl sonra YÖK’ün vereceği kararı tahmin etmeleri mi bekleniyordu?
Hukuk güvenliği, kural ve kaidelerin geçmişe yürümeyeceğine dair ilkeler birden ters yüz mü edilmeli? Bunu mu anlamalıyız? Mademki Sayın İmamoğlu’nun ve o dönemde geçiş yapan birçok insanın yatay geçişi tanıma ve denklik üzerinden istismar edilmekte.
O halde biz de burada YÖK’ün tanıma ve denklik işlemlerinin yasal mevzuattaki karşılığını anlatalım. Belki böylece kamuoyunu manipüle etmek üzere yapılan bu asılsız iddiaların son bulmasına vesile oluruz.
“TAM 6 YIL SONRA GETİRİLMİŞTİR”
YÖK’ün tanıma ve denklik işlemlerinin yasal bir dayanağa kavuşması ancak 14 Temmuz 1996 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan “Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliği” ile olmuştur. Yani YÖK’ün tanıma ve denklik kuralı Sayın İmamoğlu’nun yatay geçiş müracaatından tam 6 yıl sonra getirilmiştir.
6 yıl sonra getirilen bir kuralı geriye yürütmeyi hukukla açıklamak mümkün değildir. Bunun açıklaması siyasetin konusudur diye düşünüyorum. Peki 1996 yılında yayınlanan bu yasal düzenleme öncesinde tanıma ve denklik işlemleri neye göre yapılmakta ve ne amaçla yapılmakta?
Cevap olması açısından şunları söylemekte fayda var. Tanıma ve denklik işlemleri 25 Ağustos 1983 tarihli 83/47/531 sayılı Yükseköğretim Yürütme Kurulu kararıyla kurulmuş ve herhangi bir yasal dayanağa tabi olmadan işlemlerini yürüten YÖK Denklik Birimi’nce yapılmaktaydı.
Daha sonra 1996 tarihinde yayınlanan “Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliği” ile YÖK’ün tanıma ve denklik işlemleri yasal bir dayanağa kavuşmuştur. Yönetmeliğin adından da anlaşılacağı üzere YÖK Denklik Birimi tarafından yapılan denklik incelemesi yalnızca yurt dışından alınan yükseköğretim diplomalarının Türkiye’de geçerli olup olmadığına yöneliktir. Yani tanıma ve denklik yasal mevzuata kavuşsa da bu mevzuat yatay geçiş işlemlerine yönelik değildir.
“BU SONUCU DOĞURMAZ”
Alınan diplomaların tanınması ve denk sayılmasına dair bir düzenlemedir. Tekrar YÖK araştırma raporuna gelirsek, raporda “ilgili üniversitenin tanınırlığı 1993 yılında karara bağlanmış olması” şeklindeki ifadenin daha önceki dönemde tanınmadığından dolayı yatay geçiş başvurularının kabul edilmeyeceği sonucunu doğurmaz.
Tekrar vurgulayalım ki yatay geçiş başvurusunun yapıldığı tarihte ortada ne tanınırlık kararının yatay geçiş için aranmasını şart koşan bir düzenleme bulunmakta ne de tanınan veya tanınmayan üniversitelerin listelendiği bir karar bulunmaktadır.
Hal böyleyken araştırma raporunda sanki başvuru yapıldığı tarihte YÖK’ün bu yönde bir düzenlemesi veya tespiti varmış gibi yorum yapılması son derece yanlıştır
“TANINIRLIK ŞARTI ARANMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR”
Önemine binaen bir kez daha vurgulamak gerekir ki İstanbul Üniversitesi’nin 1990 tarihli yatay geçiş işlemleri sırasında Girne Amerikan Üniversitesi’nin tanınmadığına dair bir karar yoktur. O halde tanınırlık şartının aranması mümkün değildir.
Ayrıca açık kaynaklardan tespit edildiği üzere başvurunun yapıldığı dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Girne Amerikan Üniversitesi öğrenim belgeleri Türk vatandaşlarının askerlik tecil işlemlerinde kabul edilmesi de Girne Amerikan Üniversitesi’nin eş değer eğitim programı olduğunu ispatlayan unsurlardan biridir.
“HANGİSİ DAHA İNANDIRICI”
Aksi halde Ekrem İmamoğlu’nun Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, 100 yıllık tarihi olan İstanbul Üniversitesi’nin ve uluslararası eğitim veren, Girne Amerikan’ın da içinde olduğu bir organizasyonu bir araya getirerek sahtecilik yaptığı fikri daha mı inandırıcı? Böyle saçma bir iddiayı akıl ve mantıkla açıklayabilecek hiç kimse yoktur.
“KONU BUNDAN İBARETTİR”
Sonuç olarak tekrar etmek gerekirse, Ekrem İmamoğlu’nun yatay geçiş işleminin hukuka uygunluğu araştırma raporunda yapılmaya çalışıldığının aksine yatay geçiş tarihinde yürürlükte olan yasal düzenlemelere göre tetkik edilmelidir. Başvuru yapılan tarihte yatay geçiş başvuruları, yönetmelikte belirlenen şartlar uyarınca, fakülte yönetim kurulları tarafından değerlendirilmektedir. Ekrem İmamoğlu yönetmelikteki tüm şartları karşılamış olduğu için, fakülte yönetim kurulu ve komisyon kararı uyarınca üniversiteye kaydı yapılmıştır. Konu bundan ibarettir.
Prof. Dr. Adem Sözüer de ceza hukukçusu olarak şunları ifade etti:
Bu olayın iki yönü var. Biri ceza hukuku yönü, biri de idare hukuku yönü. Bildiğiniz gibi ben ceza hukuku yönüyle ilgileniyorum. Fakat ceza hukuku deyince aslında bugün basında da her gün konuşulan bu raporu ben de, okuyunca şaşırdım.
Çünkü Ekrem İmamoğlu’nun ceza hukuku sorumluluğuyla ilgili hiçbir şey yok. O yüzden ben de düşünüyordum, ne mütalaa yazacağız diye.
Belki bugün sizin sorularınız olursa, hani, hiçbir hukuka aykırı davranışı olmayan bir insanla ilgili nasıl oluyor da, bir soruşturma açılıyor? Sizin sorularınız olursa cevap vereceğim.
İki konu ceza hukukunu ilgilendiriyor ama idari hukukunu da ilgilendiriyor. Bir de uygulamacıları var. Şimdi ben hem hukuki boyutunu, tabii ki bir önemli ölçüde ceza hukukuna, gayet iyi hakimim. Fakat bir de uygulama yönü var. Bu konuda da dün Profesör Doktor İzzet Özgenç’le konuştuk.
Biliyorsunuz biz onunla birlikte komisyonlarda da bulunduk. O da uzun yıllar YÖK başkan vekilliği yaptı. Hatta birlikte Kıbrıs’taki bazı üniversiteleri denetlemek üzere de, gittik. Rektörlerimizle konuştum, uygulamacı olanlarla. Ondan sonra dekanlar
. Dolayısıyla hani konunun uygulama yönünü de bilgilerimizi tazeleyerek geldik.
Ben de her yatay geçişte bir komisyon olur. O komisyonlarda görev yaptım. Ayrıca fakülte yönetim kurulları karar verir. Orada da görev yaptım. Ayrıca da İstanbul Üniversitesi’nde çok uzun yıllar soruşturma komisyonu başkanlığı da yaptım.
O yüzden konunun uygulamasının da içindeyim. Ben bu konu gündeme taşınınca hep şunu sordum. Yani 1990 yılında aradan,
34 yıl geçmiş böyle bir soru gündeme getirildiğinde ne yapılır? Hemen o zamanki yönetmeliğe bakılır. O yönetmeliğe göre işler doğru mu yapılmış, yapılmamış mı, ona bakarım. Peki burada nedense soruşturulan Ekrem İmamoğlu, o yönetmeliğe bakıp acaba Ekrem İmamoğlu bu yönetmeliğe aykırı bir iş mi yapmış mı diye ona bakarız. Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’nden Türkiye’ye geçiş yapıyor. Orada İngilizce işletme okuyor.
Buradaki İngilizce işletme bölümüne geçiyor. Burada bir sorun yok. O zamanki mevzuata göre çalışkan öğrenciler için bu imkan var. Hani bir ÖSS puanına da gerek yok. O da tamam. Ve 1990 yılında ne YÖK’ün ne başka bir kurumun hani biz bunu üniversite olarak görmüyoruz diye bir yazısı da yok. Zaten buna aslında biz komisyondayken bakardık. Bu bir üniversite mi, programı aynı mı, derdik. Ona göre o komisyonlar karar verdi. orada da bir sorun yok
İmamoğlu başvururken not ortalamasını veriyor. O belgede bir sorun var mı? Ben baktım, orada da sorun yok.
Başvuruda da sorun yok, koşullarda da sorun yok. İlan olmuş, başvurmuş. Daha sonra fakülteye başlamış, derslere devam etmiş, sınavları başarıyla geçmiş, diplomasını almış, yüksek lisansını almış. O zaman bu nasıl oluyor da Ekrem İmamoğlu bakımından bir ceza soruşturması, savcılık soruşturması haline geliyor? ben de bu rapora baktım. Bu raporda da diyor ki: Evet, Ekrem İmamoğlu koşulları sağlamış, başvurusunda, başvuru yok. O hâlde Ekrem İmamoğlu’nun soruşturulacak ceza hukuku meselesi, yapılacak, ceza hukuku sorumluluğu doğuracak hiçbir durum yok ki bu savcılık meselesi yapılıyor. O yüzden ben de sordum hani İzzet’le de sabah konuştuk. Ya da burada ceza hukuku meselesi olmadığı hâlde ne mütalaa yazacağız? Olan kanunlara baktığımızda bir sorun yok. Ama son zamanlarda hep olmayan kanunlar uygulanıyor. Yine burada bir olmayan kanun uygulamasıyla mı karşı karşıyayız?
Bir kere daha anladık ki, ilan verildiği tarihte, ilana bakıyor Ekrem İmamoğlu ve o ilanda belirtilen belgeleri üniversiteye veriyor. Üniversitenin ilgili komisyonu ve yönetim kurulu da “Evet, bu belgeler gerçektir.” diyor. Belgelerin de gerçekliği konusunda bir tartışma yok. Nitekim bu araştırma raporu da onu söylüyor. Dolayısıyla Ekrem İmamoğlu’nun hileli veya hukuka aykırı bir davranışı yok.
Peki o zaman benim elimde şimdi bir belge var. , Cumhuriyet Başsavcılığı Ekrem İmamoğlu’nu ifadeye davet ediyor. Şimdi, fakat niye davet ettiği yazılmıyor. Demek ki onlar da pek karar verememiş burada bir suç var mı yok mu diye. Hani normalde böyle bir davet olduğunda, kanuna göre neyle suçlandığınız yazılıyor. Burada, yürütülmekte olan bir soruşturma, şüpheli olarak gelin. Burada bir fiilin söylenmesi lazım ama bir suç tespit edilemediği için olacak anlaşılan, yine de “Çağıralım.” demişler.
Bakın, böyle hukuka, , uygun işlemler yapan birisine,, yaptığı işlemleri sorgulama yeri değildir savcılıklar. O yüzden ben dedim ki: “Burada ceza hukuku bakımından ne mütaala yazılacak ki?” Burada Ekrem İmamoğlu açısından o başvuru tarihinde, o ilana, o yönetmeliğe göre Ekrem İmamoğlu’nun verdiği ne belgelerde bir sorun var, araştırma raporu da bunu söylüyor, ne koşullarında bir sorun var. Durum böyle olunca, biz de ceza hukuku bakımından herhangi bir sorun olmayacağını rahatlıkla söyleyebileceğiz. Çünkü Ekrem İmamoğlu’nun idare hukuku bakımından da yaptıklarında bir sorun yok. Onları da idare hukukçusu arkadaşlar raporlarında açıklayacaklar